2 Eylül 2011 Cuma

6. hastalık tecrübemiz…

6. hastalıkla Haziran 2009′da tanıştım. Arkadaşlarımız Antalya’dan bizi ziyarete gelmişlerdi. 9 aylık oğulları Efekan bir gece önce ateşlenmeye başlamış ve doktora götüremeden uçağa binip İstanbul’a gelmek zorunda kalmışlardı. O gün Efekan hep 38-39 arası ateşle boğuştu ama ilk gece ateş 40′lara yaklaşınca apar topar hastanenin acilinde bulmuştuk kendimizi. Sonuç 6. hastalık, çünkü Efekan etrafa gülücükler saçıyor ve hiç hasta gibi değil. 3 gün süren ateş sürecini İstanbul’da bizimle geçirdiler ve Antalya’ya döndüklerinde Efekan’da döküntüler ortaya çıkınca 6. hastalık teşhisi pekişmiş oldu. Bu deneyimin ardından Ege’nin Haziran arkadaşlarının bir ikisi de 6. hastalığa yakalanmış ve bizimle deneyimlerini paylaşmışlardı.
Artık her ateşte ilk önce diş mi diyordum ve ardından acaba 6. hastalık mı diye aklımdan geçirmeden edemiyordum. Bayram tatilinden döndüğümüz günlerde Ege tam bir anne-baba bağımlısı olmuştu ve üzerine bir de bu ateş çıktı ki, işte tam bittiğimiz an oldu. Son zamanlarda Ege’nin köpek dişleri iyice kabarmıştı (çıkan bir diş yok hala ama olsun Gerçi bu sabah patlamak üzere olan 3 farklı nokta gördüm .) Bizde acaba ondan mıdır dedik ve ateş 38.5 dereceyi geçmediği için sürekli ılık duş ile düşürmeye çalıştık. Düşüremediğimiz noktada ise Parasetamol (asetaminofen) içeren ilaçlarla ateşi düşürmeyi başarıyorduk. 2 gün böylece geçti. Bu süreçte Ege’nin çok fazla huzursuzluğu yoktu, bize olan bağımlılığı dışında ama dikkatimi kakasını normalden daha sık yapıyor olması ve sıvılaşması çekti (ishal değildi). 2. gece artık ateşi düşüremez oldum, artık babamızı uyandırmak zorunda kaldım ve direk hastanenin acil servisine gittik. Ateşini evde ölçtüğümde 39.6-39.7 çıkıyordu, 1 saat önce ilaç vermiş olmama rağmen. Hastaneye gittiğimizde 37.1 derece çıktı. Doktor muayene ettiğinde her şeyin normal olduğunu ama boğazında dikkate alınmayacak kadar küçük bir kızarıklık olduğunu söyledi. Ateşinin 6. hastalıktan olabileceğini söyledi ve 3 gün boyunca yüksek ateş, ardından döküntü olarak kendini belli ettiğinden bahsetti. Ama Ege’de döküntü olmadı, aklıma acaba 6. hastalık değil miydi sorusu geldi. Akrabamız olan bir doktora danıştığımda bazı durumlarda döküntü olmayacağını söyledi. Ayrıca döküntü 2 saat veya 1 gün boyunca olabilirmiş. Belki de Ege uyurken biz fark etmeden geçmiştir.

6. Hastalıkla ilgili okuduğum bir yazıdan alıntı:
“Altıncı hastalık (yalancı kızamıkçık ya da rozeola infantum), virüs kökenli döküntülü bir enfeksiyon hastalığıdır; et­keni Herpes virüs tip VTdır.
Altıncı hastalık genellikle süt çocuklarında, olguların yüzde 95′inde 2 yaşın­dan önce görülür, iki yaşın üstündeki çocuklarda genellikle yanlışlıkla altıncı hastalık tanısı konur. Hastalık çok sık, her iki cinste de, daha çok ilkbahar ve sonbaharda ortaya çıkar.
Tükürük ve solunum salgılarıyla bu­laştığı sanılırsa da, virüsün bulaşıcılığı azdır; genellikle sütçocuklannda görül­düğünden ve aym ailede birden fazla sutçocuğu olamayacağından sıklıkla ai­lenin tek bir bireyinde ortaya çıkar; kaynak genellikle belirti vermeyen erişkinlerdir. Yuva ve kreşlerde sık sık kü­çük salgınlar görülür.
Kuluçka dönemi genellikle 9-12 gündür. Hastalık yüksek ateş, uykusuz­luk, huzursuzluk, boğaz ve konjunktiva-da kızarıklık ve bademciklerde şişmeyle başlayabilir. Bazen de hiçbir belirti yok­tur. Üç gün sonra ateş birden düşer, ge­nel durum düzelir ve Özellikle gövde, boyun ve kalçalarda yaygınlaşan dökün­tü ortaya çıkar. Soluk pembe renkli dö­küntü kızamıkçıktakine benzer.
Döküntüler en fazla bir-iki gün sü­rer, iz bırakmadan kaybolur; deri kimi zaman hafif pullanarak dökülür.
Döküntünün kısa sürmesi hastalığın kolayca gözden kaçırılmasına neden olur. Hekime genellikle ateş yükseldi­ğinde başvurulur; bu dönemde henüz döküntü başlamamıştır, başladığında da kısa sürdüğünden hastalıkla bağdaştırlmayabilir.
Bazı olgularda kendine özgü belirti­ler de olabilir; bunların en Önemlıleri sindirim güçlüğü ve nörolojik belırtilerdir. Sindirim güçlüğü akut ateşli bir ishale benzeyebilir; başlıca nörolojik belirti ateşli dönemde havale nöbetlenidir.
Altıncı hastalık döküntülerin genelikle yüzde görülmemesi ve kendine öz­gü ateşi ile kızamık, kızıl ve kızamık­çıktan, kolayca ayrılır. Başka ateşli has­talıklarda verilen ilaçların (Örneğin su}-fonamitler ya da antibiyotikler) neden olduğu deri döküntüleri ile karışabilir Sindirim güçlüğü ve nörolojik belirtile­rin ortaya çıktığı olgularda bile hızla iyileşme görülür.
Tedavi belirtilerin giderilmesine yöneliktir; ilk günlerde ateş düşürülür ve hastanın döküntüler kaybolanı değin dinlenmesi önerilir. Aşısı yok­tur.”


Ege'nin Annesi

22 Mayıs 2011 Pazar

Bugün O gün :) Canım oğlum bugün bir yaşına giriyor :)

Bugün O gün :) Canım oğlum bugün bir yaşına giriyor :).

Geçen yıl bu gün saat 13:12 de dünyaya gözlerini açtı benim biricik bebeğim. O anı hayatım boyunca unutamayacağım bembeyaz bir surat kıpkırmızı dudaklar ve mis kokusuyla hala gözlerimin içine bakıyor gibi canım oğlum.

 
Boncuğum önce gözlerini açtı ve beni izledi ardından iç çekerek ağlamaya başladı.
Minicik bir öpücüğün ardından ağıdı kesilmeşti. Onu ilk gördüğüm zaman bu kadar heyecanlanacağımı hiç tahmin bile edemezdim.

Her zaman istediğim gibi önce babasının kucağına vermişti hemşire ablası. Ardından ben odama çıktığımda hevesle beni bekliyordu. Odaya girdim çop çop sesler geliyordu minik ellerini emiyormuş. Ege geldi ve ilk emzirme buluşmamız başladı ... çok farklı bir duyguydu ...

 
Şimdi ise kocaman bir adam oldu evin içinde pıtır pıtır yürüyor :D, 6 tane dişi var ve 2 dişimiz yolda :) bir sürü oyunlar kelimeler öğrendi zaman çok hızlı akıp gidiyor ve biz onu avuçlarımızda tutamıyoruz.

Ege 1 yaşında kocaman adam oldu.

Ege'nin Annesi :)

5 Nisan 2011 Salı

Yoksa Çocuğum Nöbet mi Geçiriyor ?

2011 Mart ayının sonlarında, oğlum Ege de titreme veya kasılma benzeri bir durumla karşılaştım. O an aklıma bir zamanlar televizyonda izlediğim bir program geldi. Acaba mı demeye başladım ama insanın kendi çocuğu olduğunda, ne yazık ki hiçbir hastalığı çocuğuna yakıştıramıyor.
İzlediğim programda çocuk nöbetleri, soğuk havaleler ( sara krizleri ) , ataklar konuşulmuş ve genellikle ailelerin; çocuklarının geçirdiği küçük atakları fark edemediklerini bir oyun sandıklarını söylemişlerdi.
 Aklımda ki soru işaretleri her gün biraz daha çoğalmaya başladı ve bir hafta sonu annem ve Ümit’le birlikte mutfakta otururken Ege’nin son zamanlarda yaptığı hareketler üst üste tekrar etmeye başladı. Bu hareketleri Ümit ve annem de fark ettiler hemen elime kamerayı alıp bu görüntüyü çekmeye çalıştım çok kısa da olsa başarmıştım. Biliyordum, erken teşhis her zaman çok önemliydi.
O hafta sonu nasıl geçti bilemiyorum akşam arkadaşımın doğum gününe gidecektik ama bir yanım Ege’nin yanında kalmamızı söylüyordu. Sonunda gitmeye karar verdik ve o sırada aklımız aslında arkadaşımızın eşi Ebru’nun fizyoterapist olduğu ve bu tür hastalıklarla çok karşılaşmış olabileceği geldi. Gecenin sonuna geldiğimizde ben videoyu Ebruya izlettim yorumu “ bu bir atak olabilir ama çok önemli olduğunu düşünmüyorum “ şeklindeydi. Ümit ve ben birbirimize baka kaldık. İçten içe aslında hiçbir şey olmadığını biliyorduk ama bunu 2. bir kişiden duymuş olmak bizi iyice endişelendirdi. Eve gelir gelmez tüm gece internette bu konu ile ilgili tüm makaleleri okuduk. Biran önce pazartesi olması için dua ediyorduk. (Bu arada internette okuduğumuz ve gördüğümüz her şeye inanmamamız gerektiğini tekrar hatırlatmak isterim)
Nihayet pazartesi günü doktorumuza, sabah erkenden gittik. Videoyu ona da izlettiğimde “önemli bir durum gibi durmuyor ama bir çocuk nöroloğu görürse iyi olur” dedi. Çocuk nöroloğu mu? Korkumuz iki katına çıkmıştı. Bize 2-3 doktor ismi önererek onlardan randevu almamızı istedi. İşte o anda aslında ne kadar az çocuk nöroloğu olduğunu fark ettim (ettik) . Hemen randevu alma girişimine başladık. İlk doktor Acıbadem hastanesinde haftada bir gün hasta gören Mine Çalışkan’dı. (http://www.acibadem.com.tr/HekimlerDetay.asp?HekimId=XX5141&Sube=30&Unite=24). Hemen kendi doktorumuzdan çıkar çıkmaz şansımızı denemek için Acıbadem hastanesinin yolunu tuttuk. Ama ne yazık ki çocuk nörologlarına randevu alabilmek hiçte kolay değildi. İlk gün başarısız denememizin ardından eve dönmüştük ama soru işaretlerimiz çoğalarak. Doktorumuzun ikinci önerisi SSK Göztepe hastanesine ki çocuk nöroloğu idi. İkinci gün de oraya gittik. Ne yazık ki kendisine de randevu alamadık ama yine de hastaneye gidip şansımızı denemek istedik. Sanırım böyle günlerde insanların gözü kör oluyor. Ve artık umudumuz doktor bulma yolunda azalıyordu ne yazık ki kimseden randevu bulamıyorduk, arkadaşlarımızla konuşup tanıdığı olan var mı diye araştırmaya girişmiştik ama sonuç maalesef olumsuzdu.
Mine hanıma randevu almaya çalışırken görevli arkadaş bizi Uğur Işık hanıma yönlendirdi (http://www.acibadem.com.tr/HekimlerDetay.asp?HekimId=XX9137&Sube=30&Unite=24) bir an düşündük ve 4 hafta beklemek mi? yoksa başka bir doktor mu? 4 hafta? Biz 3 gün sabredememiştik Hemen randevu alındı ve Perşembe doktordaydık.
Işık hanım çok cici bir hanımdı. Önce bizi dinledi ve neden bir nörologla görüşmek istediğimizi öğrenmek istedi meşhur video bir de onunla paylaşıldı yine aynı yorum bazen bebeklerin göz kırpmaları veya ağız şapırdatmaları bile küçük nöbetler olabilir onun için mutlaka EEG çektirmeliyiz. Evet baştan bu yana EEG çektirmemiz gerektiğini biliyorduk. Daha sonra rutin muayene sonucunda aslında Ege ayına göre gelişimi önde bir çocuk merak edilecek bir durum yok dedi ve bizi EEG çekimi için uyku odalarından birisinin boşalmasını beklemek için hastanesinin kafesine gönderdi. Bu sıra da öğrendiğimiz başka bir konuda bir bebek ne kadar çok emeklerse sağ beyin ve sol beyin birbirine yaklaşır ve böylece çocuğun iki beynini kullanma yetisi daha da artarmış.
2 saat uyku odasını beklemek bize sanki bir asır gibi gelmişti Ege uyumak istiyor biz ise uyutmamak için çabalıyoruz. Sonunda odalardan biri boşaldı ve bizi EEG çekimi için odaya aldılar. Aman Allah’ım nasıl zor bir işlemmiş çocuğumun kafasına takılan onca kablo ve bu kabloları takmak için kullanılan ağır kokulu tutkal benzeri bir sıvı ve fön makinası… Ege kafasına bırakın kablo takılmasını şapka ve bere taktırmayan bir çocukken siz düşünün ne denli zor bir iş olduğunu. Ağlayan bir bebek, takılması gereken kablolar ve sonunda Ege hazırdı ve zavallım babasının kucağında son işlemler yapılırken uyuya kalmıştı. İlk 20 dk uyku anında EEG çekildi. Ben daha önceden EEG nasıl yorumlanır diye okumuştum ama nafile sadece çizgiler vardı ve ne anlama geliyor anlamıyorduk. Bir bilinmezlik içerisindeydik ne olacaktı ne yapacaktık… Sonunda Egeyi uyandırıp bir 20 dk da uyanık çekilmesi gerektiğini söylediler ve bu sırada bazı hareketler yaptırmamızı istediler hepsini tek tek yaptık ve işte bu sırada Ege o meşhur hareketi tekrar yaptı. Hemen EEG çekilirken Ege ile ilgilenen görevli arkadaşı uyarıp o anı işaretlemesini istedik. Sonunda işlem bitmiş ve kablolar sökülmeye başlamıştı offf bu takmaktan daha zordu. Sökmek için kullanılan kimyasaldan benim bile gözlerim yandı Acaba Ege ne hissediyordu hep aklımızda o vardı. Bu 40 dk hayatımızdan nasıl geçti bilmiyorum, sürekli Ümit bana bakıyor ben ona bakıyordum ikimizde doluyuz her an patlamaya hazırız sanki. Sırada değerlendirme anı vardı. Doktorumuz bizi başka bir odaya aldı ve sonuçları incelemeye koyuldu yan odada bir kız çocuğu ve annesi yatıyordu 2 gündür o oda da yatıyorlarmış ve çocuğun nöbet geçirmesini bekliyorlarmış. O anda aklımdan neler geçti neler ama hep hayır Ege sağlıklı onun bir şeyi yok diyordum ama diğer taraftan ya varsa onu nasıl koruyacağım diye düşünüyordum. Doktorumuz sonunda yanımızdaydı ve bize sonuçlar çok iyi, Ege çok sağlıklı, korkulacak bir şey yok diyordu. O an doktora öyle bir bakışım vardı ki sanki kelimesi hiç bitmiyordu sanki sonunda kötü bir şey söyleyecekti.  Gözyaşlarım gözpınarlarımda her an inmeye hazır yağmur gibi bekliyordu. Ama Ege iyiydi. O an tüm dünyada ki en mutlu insandım Ümitle birbirimize baktık Egeye sarılıp öptük ve insanın çocuğunun ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha anladık.
Bu yaşadıklarımızdan sonra Egeyi daha iyi gözlemlemeye başladık ve sonradan öğrendim ki bazı erkek bebeklerde bu tür titremeler idrarını yapma esnasında olabiliyormuş.
 Sonuç olarak benim bu acı deneyimimi siz arkadaşlarımla paylaşmak istedim Allah hiç kimseyi sağlıkla terbiye etmesin hepimizin yavrularını sağlıklı huzurlu ve mutlu bir şekilde büyütmemizi nasip etsin.
Ege'nin Annesi


17 Şubat 2011 Perşembe

Katalog Çekimlerine Gittmiştim ama Bu Sefer Olmadı :)

 
 
Herkesin yavrusu kendine güzel olurmuş . Ben de annem ve babamın güzel yavrusuyum ve benim için hep en güzelini yapmak istiyorlar. Bana hatıra kalması için ara sıra beni ünlü yapmaya çalışıyorlar :)
 

 Babamın çalıştığı firma ambalajlarda kullanılmak üzere bebek arıyormuş tabi annem ve babam neden bizim Egemiz olmasın dediler :) . Soluğu çekimlerin yapılacağı stüdyoda aldık. İlk çekimlerde biraz şaşkaloz çıkmışım ama çok mu tatlıyım ne ?
 


Evet bu şaşkaloz halimle bile 2. çekime çağırılmıştım. Çekim bir hayli yorucu bir işmiş hep merak ederdim bu minicik çocuklar nasıl böyle güzel pozlar veriyor diye ama asıl marifet fotoğrafı çeken gözlerdeymiş :)


Rus güzel mi güzel bir abla ile fotoğraflarımı çektiler çekimler sanrım 2-3 saat sürdü ve sadece 1 kare poz için eeeee ünlü olmak kolay değil çok yorulduğum için arada uyumam için bana izin verdi büyüklerim :) beklemeye geçmiştik artık ambalaj ne zaman çıkacak diye .Sonra duyduk ki bu proje rafa kalkmış :( benim ünlü olma hayallerimde böylece başka bahara kalmıştı.

Başka maceralarım da tekrar görüşmek üzere

Ege Güngör :)